24 Mart 2014 Pazartesi

The Hobbit: The Desolation of Smaug (2013)

The Hobbit: The Desolation of Smaug (2013)


Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları

YÖNETMEN:  Peter Jackson


YAZAR: J.R.R. Tolkien , Guillermo del Toro ,  Peter Jackson

OYUNCULAR: Martin Freeman , Ian McKellen , Richard Armitage , Evangeline Lilly


ÖDÜLLER: 3 Oscar adaylığı 


SÜRE: 161 DK

İMDb PUANI: 8.1

NOTUM:  83 

KRİTİK: Yazıma  J.R.R. Tolkien'e değinerek başlamak isterim Yüzüklerin efendisi ve Hobbit romanlarının yazarıdır kendileri. İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika da  biz bu muhteşem filmleri izleyelim diye dünya gelmiştir.

            J.R.R. Tolkien yazarlık hayatının tamamını Orta Dünyaya üzerine kurmuştur . Orta Dünyaya ilk girişimizde Hobbit isimli romanıyla başlamıştır ardından  Yüzüklerin Efendisi gelir . J.R.R. Tolkien'in  ölümünün ardından oğlu yayınlanmamış son kitap olan Silmarillion'u bastırır.

       Silmarillion hikayesi üç kitaptan oluşur tıpkı Yüzüklerin efendisi gibi ama hepsi aynı anda basılmıştır. Romanda Bilbo Baggins in Elf Krallığından çaldığı bir kitapta yazılmış hikayeleri Bilbonun kendi ağzından dinleriz .

       Kim bilir belki Peter Jackson Hobbit üçlemesini çektikden sonra Silmarillion üçlemesini çeker ve büyük Elf krallığının altın çağını bizlere izletir.

      Peter Jackson'nın yönettiği filmler 42 kez Oscara aday gösterilmiş ve bu filmler 20 Oscar heykelciği kazanmıştır.

     The Lord Of The Ring Trilogysinden sonra The Hobbit An Unexpected Journey ın beklediği kadar tutulmadığı görünce ikinci filmin afişine Gandalf ı ( Ian McKellen ) yerleştirdi . Yukarıda ilk filmin tutmadığını söylerken izlenmediğini söylemiyorum mayasının tutmadığından bahsediyorum yoksa film bir milyar doların üzerinde hasılat elde etti .

    Hatırlarsanız Peter Jackson kitaba sağdık kalmadığı ve önemli sahneleri çekmediği için eleştirilmiş hatta bu eleştiriler üzerine Yüzüklerin Efendisi serisinin  her birine otuzar dakikalık sahneler ekleyerek yeniden izleyicilere sunmuştu . Bu eklemelerin ardından Kralın Dönüşü tamı tamına 240 dakika yani 4 saati bulmuştu .Yapılan tüm eleştirilere bende katılmaktayım ama Peter da haklı 4 saat film olmaz . Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden aldığı bu eleştiriler yüzünden Peter Jackson The Hobbit serisini fazlaca uzun tuttu hatta bu seferde kitapta olmayan şeyleri filme katmasıyla eleştirildi. Lakin adam Peter Jackson artık bir marka ve bizlere sadece ''Peter Jackson  ne yapıyorsa doğrudur '' demek düşer .

   Filme dönecek olursak Gandalf gene aynı Gri Gandalf.  Filmin ortasında kahramanlarımızı yalnız bırakıp gene tek başına bir maceraya çıkıyor. Anlayacağınız efsaneleşmiş '' Beşinci Günün Şafağında Doğuya Bakın '' repliği ile efsaneleşmiş sahnelerinden birini bu filmde de görüyoruz . Lakin Gandalfın filmin ilk yarım saatlik bölümdeki ve filmin sonlarındaki diyalogları ile filme heyecan katılmak istense de hiç başarılı olmamış. Filmde Atıf Yılmazın Arabesk filmindeki gibi kendi filmlerine öz eleştirel bir gözle bakılmış bile diyebilirim. Belkide ben filmi kötülememek için kılıf uyduruyor da olabilirim, ama kesin olan bir şey varsa çok yapmacık olduğu ve istenilen etkiyi seyirci üzerinde tezahür edilmemiş oluşudur .

    Filmdeki dövüş sahnelerine de değinmeden geçemeyeceğim. Filmi Türkiyede I max 3d teknolojisine sahip üç sinemasından biri olan Marmara Park Cinemaximumda izledim. Dövüş sahnelerinden bir şey anlayamayışımı buna bağladım. Ama filmi tekrardan ful hd blu-ray de izledikten sonra anladım ki suç I max in değil.
    Peter Jackson ı görebilme ihtimalim olsaydı eğer ona şunu derdim '' Lütfen daha az bilgisayar efekti daha çok Yeni zelanda''. 

  Son yıllarda gittikçe artan ve yükselişi engellenemeyen ve bence sinemanın katili olan 3d teknolojisi yüzünden filmde Orklar bilgisayarla yapılmış ve sırf filme derinlik verebilmek adına filmdeki bu sahneler kelimenin tam manasıyla Moltal Kombat tadı vermiş. 

    Martin Freeman a gelince bu adam her zamanki gibi vasat. Bohem hırsız hobbit Bilbo rolünde nasıl bir oyunculuk başarısı sergilenebilecek ise  Martin Freeman da o kadar oynamış işte . Zaten bu kadar özel efektin olduğu bir filme çok büyük oyunculuklar beklemek vicdansızlık olur.

    Sinema denen sekizinci sanatın gün be gün kayboluşunu izlemek şahsen beni kahrediyor. Eyvallah oturdum  iki buçuk saat gözümü kırpmadan izledim ama bu kalitede çıkan film sayısı çok az olmakla beraber  özel efektlerin kullanıldığı kalitesiz film sayısı çok çok fazla. Hatırlarsanız Cem Yılmazın A.R.O.G. isimli filminde bir dinazor sahnesi vardı. Birkaç saniyeydi ama yapımı aylar sürmüştü. Bu filmin başından sonuna kadar o teknoloji ile, el ile bilgisayar ortamında çizildiğini düşünürsek Peter Jackson nın ve bizlerin  zamanına yazık oluyor. Woody Allen her yıl bir film ortalamayla film çekerken Peter Jackson 13 yılda sadece 8 film çekti . Bizleri daha fazla kendisinden mahrum bırakmamalı .                                        
  
    Her filmde bir aşk hikayesi bulunmalı tabiki bu filmde de Cüce Kili ( Aidan Turner ), Elf Tauriel ( Evangeline Lilly ) ve Yüzüklerin Efendisi serisinden tanıdığımız Elf Prensi Legolas ( Orlando Bloom) arasındaki üçlü aşk hikayesi karşımıza çıkıyor. Evangeline Lilly sırf yüzüklerin efendisindeki Arwen karakterini oynayan  Liv Tyler'a benzerliğinden dolayı rolü almış diyebiliriz. Çünkü  Evangeline Lilly bu güne kadar hiçbir filmde göz doldurur bir performans sergileyememişti.

    Şimdi yukarıda yazdığım her şeyi unutun. Onları başkaları da yazardı , sizde izleyip bu kanılara varabilirdiniz. Bana katılmış olabilirsiniz yada yazdığım her şeye bir çöp tanesi kadar bile kıymet vermemiş olabilirsiniz. Zaten yukarıda yazdığım şeylerin hiçbir önemi yok. Şimdi sizlere bu filmin neden iyi olduğunu ve Benim burada yazı yazabildiğimi anlatan şu sahneye gelelim.  

      Peter Jackson'nın neden bir üstat olduğunu anlatacağım sizlere. Şimdi  şu alttaki  fotoğrafa bakın. Bu adam Benedict Cumberbatc. Time dergisinin kapağına çıkmış olan bu adam sadece ve sadece müthiş İngiliz aksanı sayesinde bu derginin kapağına çıkmış ve İngiltere denince akla gelen ilk isim olmayı başarmıştır. İngiltere için bir kraliyet ailesi iki Benedict Cumberbatc dir . O ingilterenin eyfel kulesidir.
 

    Bu adamı neden sizlere anlatıyorum ? filme oynamıyor ki! Benedict Filmizideki zalim ejderha Smaug'a sesi ile can veren oyuncudur . Lafı fazla uzatmayayım. Peter Jackson Yeni Zelanda vatandaşı bir yönetmendir. Yani yıllarca bir İngiltere sömürü olan bir  devletin vatandaşı. Hala İngiliz kraliyet ailesinin malı olan bu topraklar tıpkı diğer Büyük Britanya'ya bağlı devletler  gibi yıllarca İngilizler tarafından sömürülmüştür. Avustralya , Galler , İzlanda , Hindistan ve diğer adını yazmadığım sömürü devletlerinde olduğu gibi Yeni Zelandada da İngiliz deyince akla ölüm gelir. Amerika da dahil bu devletlerde insanlar çocuklarına İngilizlerin kötülüklerini masallaştırıp yıllarca anlatmışlardır. İşte bu nedenle İngiliz aksanı kötülüğün simgesidir. Buyruk altında yaşamanın simgesidir bu aksan .Bu devletlerde yaşayan insanlar bu aksanı duyunca genlerine kadar işlenmiş İngiliz kötülüğü hissederler.

 Peter Jackson filminde iki yerde bu aksanlı konuşmayı bastıra bastıra kulağımızın içine sokar. İlki göl halkını yöneten sünepe kral diğeri Smaug dur . Smaug ölümü ve katliamı simgelerken, Göl halkının zengin kralı ise halkının çektiği sefaletten anlamayan halkı hor gören İngiliz kraliyetini simgeler. İşte bu yüzden film tüm noksanlara rağmen güzel ve Peter Jackson sırf bu yüzden çok büyük bir yönetmen . Her zaman deriz filmleri orijinal dili ile alt yazılı izleyin. İzleyin ki bu filmlerin sadece bir film olmadığını ve toplumsal düşünceyi perdeye döken bir sanat eseri olduğunu anlayın .

                                                                              İyi seyirler dilerim...

15 Mart 2014 Cumartesi

Her (2013)

Her (2013)


Aşk

YÖNETMEN:  Spike Jones


YAZAR: Spike Jones

OYUNCULAR: Joaquin Phoenix , Scarlett Johansson , Amy Adams , Rooney Mara


ÖDÜLLER: 1 Oscar ( En iyi özgün seneryo ) ve 48 farkı ödül 


SÜRE: 126 DK

İMDb PUANI: 8.4

NOTUM:  85

KRİTİK: The Hunt filminden sonra gene bir erkek filmiyle karşınızdayım . Sinema tarihinde çekilmiş çok ender filmlerden biridir bu film, nedenine gelince kadınların çizdiği kusursuz erkek modelinin tam anlatıldığı bir film bu. Tıpkı Woody Allen ın Manhattan ve Annie Hall isimli filmlerinde ki gibi görgülü kültürlü , akıllı en önemlisi ise kırılgan ve kibar bir erkeğin hikayesi. Bu filmdeki erkeğimiz ise Theodore ( Joaquin Phoenix ). 

             Bir erkek filmi olsa da çok küçük bir kesime hitap eden bir film. Theodore Türk erkeğinin '' Böyle erkekmi olur lan '' diyeceği türden bir erkek  . Aslına bakarsanız şöyle çevrenizdeki çiftleri incelediğinizde kadınlar her ne kadar kibar nazik sevgilisine çiçek alan erkeklerden hoşlanıyoruz deseler de tam bir palavradır bu sözler ve nerede kaba saba bir erkek varsa hep onlara tutulurlar. İşte bu film o erkeklerin hikayesi.

         Bu film hakkında yazılan diğer yorumları daha önceden okumuşluğunuz varsa hepsinde şöyle yazar '' gelecekteki aşk türü yada teknolojinin kadın erkek ilişkisine empoze oluşu . '' Genelde hep bu minvaldedir ,film açısından doğrudur ama anlatılmak isteneni sadece ve sadece filmdeki gibi erkekler anlayabilir ve bende biraz olsun bu açıdan anlatmaya çalışıyorum      
 
      Theodore eşinden ayrılmanın eşiğinde gelmiş, bir çeşit yazar olarak çalışmaktadır. Müşterilerin istekleri doğrultusunda onların ağızlarından sevgililerine , eşlerine , anne babalarına ve çocuklarına mektuplar şiirler ve küçük tebrik kartları yazar ve bu işin en iyisidir. Şirket içerisinde en favori yazarlardan biridir ve diğer yazarlar bile acaba bu gün ne yazmış diye onun yazılarını takip ederler.

    Filmde izlediğimiz dünyada bilgisayarlar baya hayatın içine girmiştir . Yapay zeka kusursuz noktalardadır  ve herkesin ulaşımına açıktır. Yapay zekalı hologram tabanlı oyunlar herkesi esiri kendine etmiştir.  İnsanlar birbirleri ile yaptıkları sohbetlerin çoğunda bu oyunlar konuşulur. 

    Gün gelip de bir firmanın çıkardığı öğrenme yeteneği olan ve mantıklı cevaplar verebilen sanal arkadaş programı çıkınca yalnız kahramanımız Theodore bunlardan bir tane edinir. Zamanla bu programdaki kadın sesine Samantha ya aşık olur. Çevresindeki arkadaşları her ne kadar Theodore yı gerçek hayata çekmeye çalışsalar da pekte muvaffak olamazlar ve git gide Theodore bu bilgisayar programının esiri olur ve o ne derse onu yapmaya başlar.

    Theodore ve Catherine (  Rooney Mara ) evlidirler ve
Catherine boşanmak için evrakları Theodore a yollamıştır .
Theodore boşanmak istemese de Samantha onun hayatını değiştirmiştir. Bir gün  Catherine yı arayıp buluşmak ister, her ne kadar maksadı imzaladığı boşanma evraklarını Catherine ye vermek olsa da Catherine yi görünce eski anıları depreşir. Aynısı hisler Catherine içinde geçerlidir. Catherine Theodore un azının içine bakar '' istemiyorum '' dese ''bir şans daha ver'' dese dünden razıdır.  Filmimizin en güzel sahnelerinden biridir bu anlar gerçek hayatta bu duruma düşmüş kimseler ancak anlayabilirler. İkisi de birbirlerini sevseler de karşısındakinden emin değildirler ve '' ya hayır derse '' diye düşünüp gururlarını sevgilerinin önüne geçirirler. 

    Rooney Mara nın yukarıda anlattığım sahnesi ve birkaç flashback sahne dışında göremesek de sırf o bakışlarıyla bizlere ''Theodore  seninle tekrardan başlamaya hazırım''  diyormuş gibi hissettirebilmesi bile onun hakkında yazmama yetti ve arttı .
   
   Bilmiyorum belki bana bu kadar hitap eden bir film olduğundan , belki kendimi filmde bulduğum için bu kadar kaliteli buldum. Gerçi gerisi size kalmış, şimdi siz izleyin ve kararı kendiniz verin. 

       Her ne kadar gelecek de geçtiği söylense de  aslında günümüzdeki kız erkek ilişkisi tam manasıyla anlatılmış. Günümüzde çoğu genç internet üzerinde tanışıp daha birbirlerinin yüzlerini dahi görmeden '' aşkım , camım '' şeklinde birbirlerine hitap ediyorlar. Ve gene birbirlerinin yüzünü görmeden '' Olmuyor , Yürümüyor '' deyip ayrılıyorlar . Tüm bunları yaptığımız halde yapanları da yargılayacak kadarda iki yüzlü olduğumuzu eklemek istiyorum.

                                                     Centilmen erkeklerin filmi HER    İyi seyirler dilerim ....  
        









13 Mart 2014 Perşembe

Jagten (2012)


Jagten (2012)


The Hunt

Onur Savaşları 

YÖNETMEN:  Thomas Vinterberg


YAZAR: Tobias Lindholm , Thomas Vinterberg

OYUNCULAR: Mads Mikkelsen , Thomas Bo Larsen , Annika Wedderkopp


ÖDÜLLER: Cannes dan En iyi erkek , Büyük jüri ve En iyi Görüntü yönetmeni Ödülü. Ayrıca Oscar ve Golden Globe da en iyi yabancı filme aday gösterilmiştir. 


SÜRE: 115 DK

İMDb PUANI: 8.3

NOTUM:  89                                                                                                          Thomas Vinterberg   


KRİTİK: Thomas Vinterberg 98 yılında çektiği The Celebration dan
sonra bizlere gene müthiş bir sunuyor. Film için şunu diyebilirim ki 
tam manasıyla bir erkek filmi . Son günlerin moda deyimiyle kızlar ANLAYAMAZSIZ.
     
            İtiraf etmem gerekir ki Danimarka yada Finlandiya gibi bir
ülkeden böyle bir film çıkması beni şaşırttı , Danimarkalılar kötü film
yapıyorlar demiyorum elbette ama filmin konusu daha çok bizim gibi
bir ülkeden çıkacakmış gibi.                                                                                                                                                                                                                                      
       Filmimizin başrolünde Mads Mikkelsen karşımıza çıkıyor. Mads ağabeyimiz kelimenin tam manasıyla erkeğin ham maddesi. Futbol oynar sigara içer maço dur yakışıklıdır daha ne olsun?

      Lucas ( Mads Mikkelsen ) bir kreşte öğretmenlik yapmaktadır 
ve yaşadıkları kasabada herkes birbirini çocukluktan deri tanımaktadır.
Lucas ın en iyi arkadaşı olan Theo ( Thomas Bo Larsen ) nun kızı Klara ( Annika Wedderkopp ) nın Lucas ile arası çok iyidir ve Lucas ın çalıştığı kreşe gitmektedir. Hepimizin çocukken büyüklerimize Öğretmenlerimize 
hayran olduğumuzdan dolayı aşık olduğumuzu düşündüğümüz gibi
Klara da Lucas a hayranlık duyar ve hissetmemesi gereken hisler besler .
Klara Lucasa olan ilgisini gittikçe açığa çıkarmasıyla Lucas Klara ile olan arkadaşlıklarına mesafe koyar.

      Klara kreş müdüresine söylediği bir yalandan sonra Lucas için her şey değişir,önce işinden olur sonrada mahalleli tarafından dışlanır ,En iyi arkadaşları artık yüzüne bakmaz en sonunda da hapse düşer . Lucas için artık bir Onur Savaşları başlamıştır suçsuzluğunu başta kan kardeşi olan Theo ya ve diğer arkadaşlarına ispatlamak ister.


      Filmi tam dört kez izledim gerçekten çok iyi bir film. Çoğu güzel film için '' Hayatınızı değiştirecek film '' yorumu yapılır ve hep bu düşünceyi sahte bulmuşumdur. Eğer bir film izleyip hayatınız değişiyorsa çok sığ bir insansınız demektir. Ama bu filmi izleyen erkeklerin istisnasız tümünün hayatı değişecek bundan eminim.
      
       Bu filmi film kültürü yüksek olan kişilerle de izledim , Hiçbir halttan anlamayan Robert De Niro yu dahi tanımayan insanlarda izledim ama hepsinde aynı his oluştu sıkıntı ve nefret filmi ilk izlediğimde sıkıntıdan ağlayacak gibi oldum. Filmi izlerken kendinizi altı yaşındaki küçük bir kıza küfrederken bulursanız şaşırmayın derim . İzlediğim en iyi 10 filmin içine gönül rahatlığıyla koyabileceğim bir film. Zaten İMDb Top 250 de 125. sıradadır filmimiz.

   Film hakkında pek çok şeyi anlatmadım ve anlattıklarım filmde geçenlerin onda biri. Filmde çıplak halde yüzen erkekler ve cinsel bazı sahneler olduğundan aile ile oturulup izlenilebilecek bir film değil zaten çok sessiz bir ortamda ful konsantre bir biçimde izlemeniz gereken bir film , diyaloglar öyle bir şekilde yazılmış ki abartmadan söylüyorum bir saniye gözünüzü ekrandan ayırırsanız filmin tüm büyüsü kaçar her saniyesi çok çok önemli filmde ki hissi alabilmeniz için.

    Mads Mikkelsen öyle büyük oynamış ki filmde kariyerinin zirvesini bu filmle beraber bulmuş. Hayatında sahip olduğu her şeyi ama her şeyi işini , eşini , çocuğunu ve en bir erkek için en önemlisi onurunu kaybetmiş bir adamı oynamak hiçte zor bir iş değilmiş gibi gösterebilecek kaç tane daha oyuncu var ki ? 

  Bu film hakkında yazmak istediğim o kadar çok şey var ki ama sizin film izleme zevkinizi de çalmak istemiyorum . Bu filmi izleyin bu filmi kesinlikle izleyin ve bu güne kadar niye izlemediyinize pişman olun.

                                      Onurunu kurtarmaya çalışan bir adamın hikayesi Jagten 

                                                                                                                   İyi seyirler ....        



       

La Strada (1954)

La Strada 



Sonsuz Sokaklar

YÖNETMEN:  Federico Fellini


YAZAR: Federico Fellini

OYUNCULAR: Anthony Quin , Giulietta Masina , Richard Basehaet


ÖDÜLLER: 1 Oscar ( En iyi yabancı film )


SÜRE: 108 DK

İMDb PUANI: 8.2

Federico Fellini nin filmlerinin oylanamayacağını düşündüğümden bu film için NOTUM bölümü olamayacak.                                                                                     Federico Fellini

KRİTİK: Bu güne kadar yazdığım yazıları okuduysanız bir şeyi fark etmişsinizdir Federico Fellini . Evet kendisi şimdi hayran olduğumuz filmlerini izlediğimiz büyük yönetmenlere '' en iyi yönetmen kim ? '' 
sorusunu yöneltince alacağınız tek cevap dır, Federice Fellini.

     Federico Fellini 4 En iyi yabancı film Oscarı , 12 Oscar adaylığı ve Ölmeden 7 ay önce Mart 97 de Oscar Onur ödülünü almıştır.
Biliyoruz ki onur ödülü aslında özür niteliği taşır. Eğer Akademi bir oyuncu yada yönetmene onur ödülü veriyorsa '' Kusura bakma bu güne kadar hakkını yedik Özür dileriz '' der kibarca . Bunun en büyük örnekleridir Federico Fellini ve Ennio Morricone . Ennio hakkında bir yazı yazmayı kendi haneme bir borç olarak yazıyor ve filme geçiyorum.
                                                                                                                    Anthony Quin

           Filmimizin baş rolünde bizlerin Hz. Peygamberimizin hayatını konu alan The Massege ( 1977 ) Çağrı isimli filmdeki Hz. Hamza rolü ile bildiğimiz 2 Oscarlı usta oyuncu Anthony Quin oynamakta ve kendisine
Giulietta Masina eşlik etmektedir. Giulietta Masina  Federico Fellini nin hayat arkadı olmakla beraber pek çok filminde de oynamıştır.

      Gelsomina ( Giulietta Masina ) yoksul bir ailenin en büyük kızıdır ve bir gün sokak oyunları düzenleyen Zampano ( Anthony Quin)
kendisini annesinden yüklü bir meblağ karşılığı satın alır . Annesi akan damını tamir edebilmek ve diğer çocuklarına ayakkabı alabilmek için kızını satarken Fellini bizlere İtalya da ki sefilliğin ne boyutta olduğunu da göstermekte.  
                                                                                                                        
                                                                                                                         Giulietta Masina       
        Zampano sadece tekbir hokkabazlık oyunu yapabilen hayatın dayağını yemiş vicdansız ve hissiz bir sokak sanatçısıdır.

        Zampano ve Gelsomina motosiklet den bozma karavanları ile şehirden şehire gezerler ve gittikleri yerlerde oyunlar sergileyip ekmek parası kazanmaktadırlar. Gelsomina nedenini bilmediği sebeplerden dolayı Zampano nun yanında seyahat etmeye devam eder . 

     Gelsomina kendisine gelen iş teklifini ve bir çeşit evlenme teklifini Zampano için ret eder ama Zampano dan beklediği ilgi ve alakayı bir türlü göremez .
Zampano eski bir hasmını  Gelsomina nun gözleri önünde öldürür o andan sonra hiç bir şey eskisi gibi olamayacaktır ve filmimizi film yapan o sade ve dokunaklı final ile filmimiz sona erer . 

    Gelsomina rolünde karşımıza çıkan Giulietta Masina ufak tefek olması hasebiyle rolüne cuk diye oturmuş ama 54 yılında çekilen bu filmdeki oyunculuk anlayışı günümüzeden çok uzak olduğu için alışana kadar çok yapmacık gelecek , gözünüze batacak . Fakat o günlerde herkes öyle oynadığı için söyleyecek pek bir sözümüz yok . Giulietta Masina özellikle de palyaço makyajı ile oynadığı bölümlerde enfes bir oyunculuk sergiliyor vede badi badi yürüyüşünden dolayı hem Giulietta Masina hemde Federico Fellini yi ayakta alkışlıyorum adam resmen eşi için film yapmış.
   
  Federico Fellini çocuk yaşlarda evinden kaçıp sirklerde çalışmaya başladığı için bu kültürü çok iyi biliyor ve filmde de çok güzel işlemiş , 8½  filmindeki görkemli uzay mekiği sahnesi kadar görkemli olmasa daha az şatafatlı bir ip cambazlığı sahnesi ile filme kendine has imzasını atmışdır.
                                                   Federico Fellini ye ve La Strada nın çekilişinin 60. yılı anısına .   
                                                                                                                 İyi seyirler ...
                                                                                              

12 Mart 2014 Çarşamba

Ormancı Türküsü


     Aslında şarkı işine hiç girmeyecektim ama hem Müzeyyen ablamıza  hemde Türk milletinin adını alan müzik türü olan türkülerimize selam olsun diye bu türküyü ve film olacak hikayesini sizlerle paylaşıyorum. Bir tek bu eser değil türkülerimizin çoğunun kendine has bir havası var eğer hikayesini bilip de dinlerseniz çok daha deyişik ve kalbinizde bir yerler dokunacağından eminim.
 
    Gevenes köyünde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Mustafa’nın en yakın arkadaşı köy muhtarı Tevfik Cezayir'dir. Her akşam köy kahvesinde dama oynayan iki arkadaşın iddialı ve dostane karşılaşmaları kahvehanedekiler tarafından da ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayir, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında 'Sarı Memet' lakaplı Orman Memuru Mehmet İn çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu Çiftlik köyünde yangın çıkmıştır. Ormancı, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Ancak bu arada 1946 seçimlerinin evrakı da Yatağan’a gönderilecektir. Her türlü evrak Yatağan’a köy bekçisi tarafından götürülmektedir. Muhtar Cezayir, 'Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem' cevabını verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayir, 'Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et' der ve oyuna devam eder.
Ormancı dama masasına bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir ve kurşun muhtar Tevfik Cezayir'e isabet eder. Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tütün tabakası olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama Tevfik kanlar içindedir.
O günlerin imkânsızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi’ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, “Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, “O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir.
Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için teslim olur, 4 yıl ceza alır. Cezaevindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak ormancıya kini gittikçe artar.
Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Mehmet İn ise, tayinini ister, Kavaklıdere Orman Müdürlüğü’ne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında da ölür.
Mustafa Şahbudak da, cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla’ya yerleşir. Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşı Muhtar Tevfik Cezayir’i öldürdüğünde, arkada 25 yaşında bir eş ve 3 çocuk bırakır. Muhtar’ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayıp birkaç yıl sonra akli dengesini yitirir. Oğlunun biri İzmir’e yerleşir. Diğer oğlu ile kızı, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam ederler.
Bu arada Mustafa'nın anne tarafından akrabası olan Değirmenci Pisili Tahir Usta Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olayın türküsünü bestelemiştir. Bu türkü bugün düğünlerde okunan, herkesin diline düşen Ormancı türküsüdür. Hayatının kalan yıllarını bu olayı unutmaya çalışarak geçiren Mustafa Şahbudak da 28 Mart 2005 günü İzmir Ege Üniversitesi Hastanesi’nde 83 yaşında ölür.

Blue Jasmine (2013)

Blue Jasmine (2013)



Mavi Yasemin


YÖNETMEN:  Woody Allen


YAZAR: Woody Allen

OYUNCULAR: Cate Blanchett , Alec Baldwin , Sally Hawkins , Andrew Clay


ÖDÜLLER: 1 Oscar , 1 Golden Globe , 1 Bafta  ( herbirinde en iyi kadın oyuncu )



SÜRE: 98 DK


İMDb PUANI: 7.4  

NOTUM: 75                                                                                          Woody Allen   
 
KRİTİK: Woody Allen ın şehirleri ve kadınları eğer o bir kadına yada şehre dokunursa artık orası onundur New York Woody Allen nın ilk aşkıdır ve her filminde ona olan aşkını bizlere yansıttı sonra Barselona , Roma ardından da  Paris geldi tüm sinemacılarımız '' İnşallah Woody İstanbul temalı bir film çeker '' ne diyelim inşallah ama pek mümkün görünmüyor. Woody Allen  bu filminde Amerikan toprakları içerisindeki avrupayi tek şehir olan San Francisco yu ele alır , gerçi  San Francisco nun pek bir avrupi  havası kalmamıştır artık tabi ki de Güney Amerikalı göçmenler bunun ilk ve tek sebebi bunu filmin içinde de göreceksiniz .

       Woody Allen nın kadınları demiştik onun filmleri genellikle en iyi kadın oyuncu oscarını alır çünki kendisi '' Sinemanın Psikoloğu '' dur . Penelope Cruz , Diane Keaton ve şimdide Cate Blanchett   hayatının rolünü Woody sayesinde oynuyor                                                                                                                                                                                                  Cate Blanchett 


      Jasmine ( Cate Blanchett ) eşi Hal ( Alec Baldwin ) hapse düşüp tüm mal varlıklarına devlet el koyduktan sonra üvey kardeşi Ginger (  Sally Hawkins ) ın yanına taşınıp kendi ayaklarının üstünde yeni bir hayata başlamaya karar verir aslında yapacak pekte bir şeyi yoktur . Ginger ve Jasmine pek anlaşamasalar da  bu mecburi misafirliğe ikisi de katlanmak zorundadır. Jasmine kendince sefil hayata ayak uydurmaya direnir ve zengin bir koca bulup tekrardan New York a dönmek ister ama geçmişi kötü talihi gibi peşini bırakmayacaktır.
     
     Cate Blanchett oyunculuk hayatı boyunca hep birinci kadının gölgesinde kalan çirkin olmasa da çokta güzel olmayan kadın rolünü oynamış aslında yaşlandıkça şaraplaşan güzelleşen bir oyuncu ve hakkı ile ikinci kez Oscarı kucakladı söyleyecek çok birşey yok film için klasik Amerikan banliyösun de geçen bir kadın hikayesi .

    Geçmiş de ki Woody Allen filmleriyle karşılaştırılamayacak kadar yavan kalmış film . Eğer bir Woody Allen hayranı olmasan bu filmi sadece Cate Blanchett için izlerdim onun dışında Woody baya çaptan düşmüş eski sosyal göndermeler yok  Hitler yok Yahudi soykırımına değinmeden film yapmaya başlamış Woody ve de eskisi kadar kadın erkek ilişkilerini iyi işleyemiyor belkide çağı kapanmıştır 2010 lu yıllardayız ve şimdiki ilişkiler ile 1970 deki ilişkiler arasında hiçbir benzerlik kalmadı ama acı her daim acıdır ve sadece tükenmiş terk edilmiş Jasmine yi bizlere anlatabiliyor.

                                                                                                  İyi seyirler dilerim... 

















11 Mart 2014 Salı

La grande bellezza (2013)

La grande bellezza


The Great Beaty

Mutheşem Güzellik


YÖNETMEN:  Paolo Sorrentino


YAZAR: Paolo Sorrentino

OYUNCULAR: Toni Servillo , Carlo Verdone , Sabrina Ferilli , Carlo Buccirosso 


ÖDÜLLER: 1 Oscar , 1 Golden Globe , 1 Cannes (herbirinde en iyi yabancı film )



SÜRE: 142 DK


İMDb PUANI: 7.8  

NOTUM: 85                                                                                                       Paolo Sorrentino

KRİTİK: Bu gün sizlere hiç bir zaman izlemeyeceyiniz bir film hakkında yazıcım , Türkiye de çok az sinemada gösterime giren , Üstün korsan film sitelerimizde bulamayacağınız , En büyük alt yazı sağlayıcısı sitelerimizde  için bir tane bile alt yazı bulunmayan Muhteşem Güzellik.

            Pizza iki yüz elli yıl önce İtalyanın Napoli şehrinde açlık çeken halkın yemesi için dönemin kralı tarafından hazırlatılan ve İtalya bayrağına benzemesi istenilen yemek. Şimdilerde ise dünya çapında hangi ülkeye giderseniz gidin hemen hemen her işlek caddede bulabileceğiniz bir fast food , İçinde çokça malzemesi olan peynirinden tutunda et ürünlerine , deniz mahsullerinden meyvelara kadar . Peki ama ilk pizza neden yapıldı ? İnce hamurun üzerine bayrak da ki kırmızıyı domates , yeşili fesleğen , beyazı ise mozerella peyniri temsil etti . Sadece bu kadar iki ot bir peynir. La Grande Bellezza da aynen öyle uzaylılar yok dünyanın son günü değil ,patlayan binalar uçuşan arabalar , kaçırılan insanlar yok sadece biz varız insanlar ve yapmacık yaşamlarımız .
       Filmin başında şöyle bir diyalog geçiyor: 
                                                                               -  Ne iş yapıyorsun ? 
                                                               ( Güler ) - Benmi ? Sadece zenginim.
              İşte bu insanları konu alan bir film , olmak istediğimiz yaşam tarzlarına imrendiğimiz insanlar. Her gece parti yapan Jep Gambardella ( Toni Servillo ) 65 yaşında İtalyan edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından biridir ve sadece bir roman yazmıştır ve çevresindeki herkes bir roman yazarak ömrünün sonuna kadar zengin bir biçimde yaşamasını adil bulmaz , tüm tanıdıkları neden bir daha roman yazmadıkları merak ederler.                       
                                                                                                                             Toni Servillo

        
        Jep zengin yaşamın verdiği bir çıkmazın içerisindedir hayatı boyunca yapmak isteği her şeyi yapmış Romanın en güzel yerinde en güzel binasında oturur ama çıkmazdadır, hani derler ya '' Hızlı yaşa genç öl '' aslında bu bir çıkarım değil bir umuttur çünkü tüketim toplumundan çıkagelmiş söz sadece pahalı arabaları , büyük evleri alarak tüketici olmadığımızı aynı zamanda hayatımızı da tükettiğimizi gösteriyor . Jep hayatını partilerde  genelevlerde tüketmiş bir ihtiyardır ve tıpkı onun gibi olan arkadaşlarıyla birlikte günlerini geçirmektedir ve bolca sigara içmektedir , sigara film içinde çok iyi kullanılmış ve başrol oyuncusu en buhranlı olduğu durumlarda bir tane yakıyor.  

       Film Federico Fellini nin 8 1/2 adlı eserinden esinlenilmiş ama kesinlikle çalınmamış yada kötü bir taklidi değildir , evet 8 1/2 kadar tükenmişliği tıkanmışlığı izleyicilere aktaramıyor genede farklı noktalardan seyirciyi kendine çok iyi bağlamayı başarıyor 


       Yönetmen entelektüel camianın içinde bulunduğu iki yüzlü yaşamı yok iyi işlemiş ve bu söz gelimi kendilerine '' Aydın'' diye hitap eden zümrenin kendi aralarındaki yapmacık kibarlığı yazılı olmayan kuralları bizlere gayet başarılı bir şekilde sunuyor.                          

                                                                                                                                         Sabrina Ferilli
      Bu insanların sadece halktan nefret etmediklerini ve kendi aralarında da birbirlerinden nefret ettiklerini arkalarından konuştuklarını bizlere anlatmakla kalmıyor bu insanların bu durumu kabullenip pekte umursamadığını anlatıyor.

     
    Filmin başındaki pati sahnesinde cam fanus un içinde dan eden kızı kimsenin izlememesi dansçı kızın bu mecburi yalnızlığı ,Jep ile ilizyonist arkadaşı aralarında geçen çok kısa diyalog  , Jep ağabeyimizin kendisini miskinlikle eleştiren arkadaşının iç yüzü anlattığı sahneler birer sanat eseri tadında idi.

   İhtiyar Jep bir Roma aşığı karakter Roma dan dışarı hiç çıkmıyor ve bir gün  eski bir arkadaşının sprintiz  kulübünde  Romano  ile tanışır , Romano onu değiştirir fakat Romanonun gidişi ile artık yaşama isteği tükenen karakterimiz Jep başından geçen ruhani bir olaydan sonra köklerine dönmeye karar verir . Film uzunca böyle , her saat başı kendi fotoğrafını çeken kadından , botoks yaptırmak için sıraya giren insanları Romanın tarihsel dokusunu , edebiyatı , tiyatroyu , kadın erkek ilişkisini , günümüzde komşuluk ilişkilerini , çok çok iyi müzikleri ki müzikleri iki kere belirtmek isterim , tüm bunları bu filmde bulacaksınız . 

    
         Gençken bütün kış yazın ne yapacağını karar verirken , yaşlanınca bütün yaz geçmiş hatıraları düşünen yaşlıların , muhteşem güzelliği arayan bir yazarın filmi La Grande Belleza.
                                                                    İyi seyirler dilerim...