13 Nisan 2014 Pazar

The Grand Budapest Hotel (2014)

The Grand Budapest Hotel(2014)



Büyük Budapeşte Oteli

YÖNETMEN: Wes Anderson 

YAZAR: Stefan Zweig , Wes Anderson

OYUNCULAR: Ralph Fiennes , Murray Abraham , Mathieu Amalric , Adrien Brody , Williem Defoe , Jude Low , Saoirse Ronan , Tony Revolori , Bill Murray 


SÜRE: 100 DK

İMDb PUANI: 8.4

NOTUM:  84

KRİTİK: Wes Anderson'nın The Grand Budapest Hotel'lında ne ararsanız var. Oscarlı büyük oyuncular , Müthiş bir görsel şölen, Hapishane , Otel  vb. Filmimiz vizyona iki gün önce girdi. 2014 de izlemek için beklediğim filmlerden biriydi . 2014 pek verimli geçmeyecek gibi görünüyor Christopher Nolan'nın İntersteller'ı haricinde dört gözle beklediğim pek bir film yok ikincisi ise bu filmimizdi o yüzden kaçırmayın derim . Lakin benim gibi beklentiyi yükseltip de gitmeyin '' 2014 ün en iyi ikinci filmini izlemeye '' diye evden çıkınca birazda olsa hayal kırıklığına uğruyor insan .

   Filmi izlemi izleme niyetindeyseniz size ikinci tavsiyem filmi izleyeceğiniz salonu çok iyi seçin benim gibi izleyici kitlesi liseli ergenler olan Metroporta gidip izlemeyin çünkü Metroportun izleyci kitlesi genellikle incelemeden salona geliyor misafir umduğunu değil bulduğunu yer misalı karşılarına ne çıkarsa onu izlerler ve film afişleri seçimler üzerindeki en büyük etkendir.
 
    Gelelim salonun filme verdiği reaksiyona . Filmin yarısından sonra salondaki çiftler filmi bırakıp kendi aralarında muhabbete başlamıştılar , filmin sonunda ise insanların çoğunda uyku mahmurluğu vardı. Aklıma Nuru Bilge Ceylanın Bir zamanlar Anadolu'da filmi geldi , gene aynı salonda filmin başlamasını


beklerken bir çift geldi ve filmin afişine bakıp şöyle söyledi '' Aaa Yılmaz Erdoğan'ın filmi varmış bunu izleyelim bari güleriz.''


Bu düşünceyle filme giren çiftimiz filmin ortasında çıktılar tabi.


    İlk önce şunu belirtmek istiyorum bu filme yapılacak en cahilce yorum '' Doldurmuş filme iyi oyuncuları onların isimlerini kullanıp prim yapmış işte'' bu film için bu tarzda bir yorum duyar yada okursanız '' he la he '' deyip geçin zamanınızı boşa harcamayın. Çünkü Wes Anderson o tarz bir yönetmen değil .                                   
Bu film o tarz bir film olsaydı zaten bu kadar kaliteli olmazdı buna en büyük örnek ise The Expendables ( Cehennem Melekleri ) serisidir. Bir dolu büyük oyuncu olmasına rağmen film beş para etmez. 

    Büyük Budapeşte Oteli Stefan Zweig'in aynı adı taşıyan romanından uyarlanmıştır. Kısacası  Wes Anderson'nın okurken etkilenip filmini çekmeyi düşündüğü bir kitap.


     Wes Anderson  kitabı okurken her karakteri zihninde perdeye aktarıp '' Acaba bu karaktere kim daha iyi can verir diye uzanca düşünüp bu büyülü kadroyu toplamıştır . Bill Murray  istisnadır tabi Murray Anderson ' nın tüm filmlerinde oynamıştır kısacası Anderson'nın kadrolu elemanıdır. 

    Gelelim filmimize şu saat itibari ile filmimiz İMDb Top 250 listesinin 138. sırasında elbette bu sıralama deyişecek.


İsimsiz genç yazar ( Jude Low ) Büyük Budapeşte otelinde bir süre konaklamak ister ve orada otelin sahibi Mustafa ile karşılaşır ve ona bu otele nasıl sahip olduğunu sorar ve filmimiz bu hikayenin üzerinde yoğunlaşır.
  Otelin en şaşalı dönemindeki  M. Gustave ( Ralph Fiennes konsiyerj idir , Tüm oteli düzene sokan Gustave müşterileri ile çok samimidir.

Gustave'nin en samimi müşterisi Madam D. 'nin ölümü sonucu işler çığırından çıkar ve Gustave ve Bellboy Zero ( Mustafanın genç hali ) zor bir maceraya çıkarlar bu ikilinin karşısında ise Madam D.'nin oğlu Dmitri ( Adrien Brody ) ve Dmitri'nin pis işlerini yapan Jopling ( Williem Defoe ) vardır . Gustave ve Zero bu ikiliden kaçarken karşılarına  absürt olaylar , karakterler çıkar. M.Gustave adını temize çıkarmak için uğraşırken Zero da onun en yakın dostu olacaktır .

       Ralph Fiennes oyunculuk hayatı boyunca hep soğuk rollerde oynamıştır hatta bizler kendisinin oynadığı filmlerin başında kötü adamı tahmin etmeye çalışırken '' kesin budur kötü adam tipi var bunda '' diye düşünürüz ama bu filmde ilk kez komediye bulaşıyor ve onu izlerken M.Gustave karakterini The Big Bang Theory deki Dr. Sheldon Cooper'a benzettim . Bilen bilir sırf Dr. Sheldon Cooper'a benzeyen bir karakter var filmde denildiği anda bu filme gidecek binlerce kişi var dünya üzerinde . Sırf bu nedenlerden dolayı izlemeniz gerekn bir film . Oyunculuğa söyleyecek hiç bir şey yok her biri birbirinden usta oyuncular var filmde . Ama kardeşim hiçmi kötü bir şey yok bu filmde ? diye sorarsanız tek kötü yanı 100 dakikalık süresi en az bir 30 dakika daha uzun olmalıydı derim onun dışında ne diyeyim gidin izleyin .

    Amerikan sineması zaten bu tarz filmleri çekmeyi pek sevmiyor geçen yıl 6 Oscar adayı Nebraska , Bu yıl ise The Grand Budapest Hotel bu tarz filmler yılda bir çıkıyor zaten gidin ve izleyin .

                                                                       İyi seyirler dilerim .....
      

9 Nisan 2014 Çarşamba

Barton Fink (1991)

Barton Fink (1991)



YÖNETMEN:  Joel Coen , Ethan Coen

YAZAR: Joel Coen , Ethan Coen

OYUNCULAR: John Turturro , John Goodman , Judy Davis


ÖDÜLLER: 3 Oscar Adaylığı

SÜRE: 116 DK

İMDb PUANI: 7.8

NOTUM:  79 

KRİTİK: Joel Coen ve Ethan Coen nam-ı diyar
Coen Brothers. Biz bu iki dahi kardeşi Blood Simple isimli filmleriyle hayatımıza aldık ve bir daha hiç çıkmamayı başardılar. Bizlere The Big Lebowski , True Grit , No Country For Old Man ve Fargo gibi başyapıtları sundular ayrıca kendilerine has dilleri ile farklı bir hayran kitlesi kazandılar . Farklılıkları sayesinde Martin Scorsese gibi büyük bir yönetmenden pek çok kez Övgüler almışlardır. Akademide bu duruma kulaklarını kapamamıştır tabi , bu ikili 13 kez Oscara aday gösterilip bunların 4 tanesini kazanmışlardır. Bu Ödüller sadece kendi adlarına aldıklarıdır çektikleri filmlerin ve oyuncularının gösterildikleri adaylık ise 35 kez Oscara aday gösterilmiştir kısacası tam bir  Oscar canavarları desek yeridir.


   Biliyorsunuz yazılarımda usta yönetmenlerin ve oyuncuların daha az bildiğimiz , sanatsal değeri daha çok olan , izlemesi zor birazda mental olarak bunalımlı havadaki filmlerini yazmaya çalışıyorum. Türkiye de en çok bilinen filmleri olan Yaşlılara yer yok ( No Country For Old Man ) ve Muhteşem Lebowski ( The Big Lebowski ) gibi filmlerini zaten yazmama gerek görmüyorum hali hazırda bu filmleri biliyorsunuz zaten. 

     Bu Filmde beni en çok cezbeden şey buhranlı havası oldu film boyunca sıkkın bıkkın bir ruh hali ile izleyip , filmin sonunu merak ettğinizden dolayı kapatamayacağınız bir film .

   Filmin finalinde öyle ahım şahım bir sürpriz yok , film boyunca olduğu gibi sakin bir havada heyacanı yükseltmeden  ama büyük ve şaşırtıcı bir final ile bitiyor filmimiz . Film boyunca seyirciye verilmek istenen his Barton Fink ( John Turturro ) in tıkanmışlığı ve bu tıkanmışlığın ardından gelen bitkinlik hissi . Film yavaş tutularak bitkinlik hissi çok güzel bir şekilde izleyiciye aktarılıyor.

   Barton Fink bir tiyatro yazarıdır ve New York daki Brodway tiyatro salonunun sakinlerinin çok yakından tanıdığı ve hayran olduğu , klasikleşmiş tarzan uzak daha çok halka ait hikayeleri sahneye taşıyarak ünlü olmuş bir yazardır. Ünü sinemanın başkenti Hollywood'a kadar uzanmıştır ve tiyatro işinden zevk alsa da mali olarak zor durumdadır. Arkadaşlarının tavsiyesi ile Los Angeles'a taşınır ve dönemin en büyük film yapım şirketi olan Capitol film için senaryolar yazmayı kabul eder. 


  Yazdığı hikayelerde ilhamı halktan alan Barton halktan kopmamak için Los Angeles dan çok uzakta olan köhne bir otelde bir oda tutar. Bu küçük otel odasında şirketin bir haftada bitmesini istediği film senaryosunu yazmak ister fakat kendisinden istenen film konusu hakkında hiçbir fikri yoktur. Tüm bunlar olurken odasının akıtan damı , sivri sinekleri ve sökülen duvar kağıtları ile uğraşır Fink . Bu küçük detaylar izleyiciler üzerinde çok etkili olmuş bence Fink in nasıl bir ortamda yaşadığını çok iyi anlıyoruz. 

  Oteldeki yan kapı komşusu olan Charlie Meadows ( John Goodman ) Fink'in bu şehirdeki tek arkadaşıdır. Barton'nun içinde olduğu tükenmişlik halinden çıkması ve yazısını gününde yetiştire bilmesi için ona mental olarak yardım eder bir nevi ağabeylik yapar.

Barton Fink 'in başladığı bu yeni maceradaki yalnızlığı , sinema sektörünün çarpıklığı , sadece kaliteli filmlerden bulabileceğiniz çok ince detayları bulabileceğiniz bir film . Öyle herkesin izlemekten zevk alacağı bir film değil başta da dediğim gibi Coen Kardeşlerin filmlerine ilgi duyan , seven , onların tarzını benimseyen sinema severler için çok nadide bir parça bu film.

                                                               Meraklısına...      İyi seyirler.....




Giù la testa (1971)

Giù la testa (1971)


A Fistful of Dynamite

Yabandan Gelen Adam

YÖNETMEN:  Sergio Leone


YAZAR: Sergio Leone , Sergio Donati

OYUNCULAR: James Coburn , Rod Steiger , Romolo Valli , Franco Graziosi


SÜRE: 157 DK

İMDb PUANI: 7.7

NOTUM:  85

...İzlediğim 600. Yabancı Film Olması Hasebiyle...

KRİTİK: Sergio Leone ömrü hayatı boyunca sadece 9 film yönetmiş bir efsane bu 9 filminde sadece 3 karavana yapmıştır geri kalan filmleri her biri bir baş yapıt olmakla beraber şöyledirler ; A Fistful of Dollars
                    For A Few Dollars More
                   The Good , the Bad and the Ugly 
                   A Fistful of Dynamite
                   Once Upon a Time in a America
                   Once Upon a Time in the West
        Bu filmlerin her biri birbirinden harikadır ama ben yazmak için  A Fistful of Dynamite'i seçtim çünkü içlerinde en az bilineni bu film diğer filmler kadar müthiş olsa da nedendir bilmem diğerleri kadar adını duymayız ama benim için yeri ayrıdır çünkü Sergio Leone nin filmleri '' Spagetti Western '' diye anılır bu lakabı almasının nedeni de filmler İtalyanca çekilmiştir .   A Fistful of Dynamite bir Western filmi değildir bir devrim filmidir ve Leone filminde aslında devrimin sanılanın aksine zulüm gören halkı bu durumdan kurtaramayacağını işler bu filminde .



    Filmimiz Leonenin şu İntrosu ile başlıyor '' Devrim , bir akşam yemeği deyildir . Bir edebi olay deyildir. Bir resim yada işleme değildir.Zarafet ve incelikle yapılamaz. Devrim bir şiddet eylemidir.''

  John ( James Coburn ) İrlandalı bir devrimci ve İRA terör örgütünün bir üyesidir. İrlanda da ki devrimden sonra kendisini dünyanın diğer noktalarındaki devrimci kardeşlerine yardım etmeye adar. John Meksika devriminin en önemli simgelerinden biridir çünkü Simyacı ve dinamit ustasıdır ve eski devrimlerdeki deneyimlerini Meksikalı isyancılara aktarmaktadır. 

  John nin karşısına Juan ( Rod Steiger ) çıkar. Juan  Meksikalı bir eşkiyadır . Banka soyan , gaspçılık yapan klasik bir Western filmi karakteridir . Juan hayallerindeki işi yapabilmesi için John nın dinamitlerine ihtiyacı olduğunu bilir ve John u bu konuda kendisine yardım etmesi için ikna etmeye çalışır.

  
   Juan her ne kadar devrime inanmasa da kendisini ve çocuklarından oluşan çetesi isyancıların arasında bulur. Juan yaptıklarıyla bir halk kahramanına dönüşürken Juan ve John devrinin iç yüzü ile tanışırlar ve bu güne kadar inandıkları her şey ama her şey değişir.

  Filmdeki en sevdiğim diyalog ile bitirmek istiyorum ne oyunculuklar nede yönetmenlik için söyleyecek tekbir kelimem yok  Sergio Leone diyor ve geçiyorum . Ayrıca Juan'nın (Rod Steigler ) şu yandaki fotoğrafı filmden bir sahne olup Sergio Leone'nin bence filme Attığı imzasıdır.


John : Burada bir devrim gerçekleştiriyoruz.

Juan: Devrimmi ? Devrimde ne oluyor ? Sakın bana devrimden söz etme. Ben devrimleri ve nasıl başladıklarını çok iyi bilirim . Kitap '' okuyan ''  insanlar , kitap '' okumayan '' insanlara giderler. Fakir insanlara '' Artık deyişim vakti geldi '' derler.
John: Şişşşşşt
Juan: Ben devrim derken neden bahsettiğimi biliyorum. Kitap okuyan insanlar kitap okumayanlara gider. Fakir insanlara '' Artık deyişimin vakti geldi '' derler . Böylece fakir insanlar değişikliği yapar. Sonra kitap okuyan insanlar büyük , cilalı masalarda otururlar , konuşur, konuşur , konuşurlar. Yemek yiyip dururlar. Peki fakir insanlara ne olur ? Onlar ölürler. İşte sizin devrim dediğiniz şey budur. O yüzden sakın bana devrimden söz etme. Ya sonra ne olur ? Yine aynı şeyler yaşanır !  

                                                 Sergio Leone'den bir dERVRİM filmi     İyi seyirler... 


3 Nisan 2014 Perşembe

Youth Without Youth ( 2007 )

Youth Without Youth (2007)


Geç Gelen Gençlik

YÖNETMEN: Francis Ford Coppola


YAZAR: Francis Ford Coppola , Mircea Eliade

OYUNCULAR: Tim Roth , Alexandra Maria Lara , Bruno Garnz , Marcel Iures


SÜRE: 124 DK

İMDb PUANI: 6.3

NOTUM:  81

KRİTİK: Hani çok özel günler için sakladığınız içmek için can attığınız yıllanmış şarap vardır ya işte bu filmi o titizlikle korudum hep ve nasip bu güneymiş yıllar önce izleyip hiçbir şey anlayamadığım , izlerken sıkıntıdan patlamış olduğum film . Bu filmi belki bir gün anlarım diyerek mahzene kaldırmıştım ama gene tam manasıyla anlayamadığımı itiraf etmeliyim . 

    Francis Ford Coppola filmi anlatırken katman katman açan bir güle benzetmiştir , filmi anlayabilmek için her katmanı benimsemek gerekiyor ve çok zor bir iş . Filmi sadece oturup izleyebilirsiniz yada aynı zamanda Google dan araştırma yapıp Shiva nedir ? yada Shanti Mantra nedir öğrenerek izleyebilirsiniz ki o zaman filmi izlemek için baya bir süre ayırmanız gerekir lakin ben bunu önermem. 

     Francis Ford Coppola pek çok insan için gelmiş geçmiş en iyi yönetmendir .
En iyi yönetmenler listelerinde her zaman rastlarız  Coppola ya . Filmleri her zaman En iyi filmler listelerin de ilk 10 dadır. Francis Ford Coppola yı her ne kadar tanıtmaya gerek olmasa da bilmeyenler için The Godfather I , II , III , Apocalypse Now ve Dracula başta olmak üzere 34 film çekmiş İtalyan asıllı bir dehadır. Francis Ford Coppola bir röportajında '' The Godfather II ve III ün hiç çekilmemesi gerektiğini belirtmiştir ikinci filmi Prodüktörlerin baskısı ile üçüncü filmi ise parasız kaldığı için çektiğini itiraf etmiştir. Peki tüm bunları neden yazıyorum ? Çünkü bu müthiş filmleri çekmiş olsa bile hayatının en iyi filmini çekemediğini düşünmüştür hep . 



  İşte bu filmimizde tıpkı kendi gibi hayatının en büyük eserini bitiremeden ölecek olan Dil Bilimci Dominic ( Tim Roth ) in hayatını konu almıştır. Francis Ford Coppola belki ömrünün işini hiç bir zaman tamamlayamayacak ama Dominic bu şansı elde eder filmimizde . Dominic 70 yaşına gelmiştir ve Dillerin kökenini konu alan lise yıllarında yazmaya başladığı kitabını bitirememiştir üstelik bu kitabı yazabilmek için hayatının kadını olan Veronica dan vazgeçmiştir. Ama ömrünün sonuna geldiğinde elinde ne aşkı vardır nede kitabı . Boşa geçmiş tamamlanamamış bir yaşam sürdüğünü anlayarak intihar etmek için memleketi Romanya ya döner ve tanrılar ona ikinci şansı bahşederler . Dominic yağmurlu bir Paskalya gününde yolda yürürken üzerine yıldırım düşer ve bu olayın sonucunda otuz yaş gençleşir. Artık kırk yaşındadır ve önünde kitabını bitirebilmesi için onlarca yıl ve çok üstün doğa üstü yetenekleri vardır , bir kitaba bakması onu ezberlemesi için yeterlidir artık ama bu filmde de kötü çocuğumuz Hitler Dominici rahat bırakmaz . Hitlerin araştırmacılarından olan Josef Rudolf ( Andre Hennicke ) bir insana iki bin voltun üzerinde bir gerilim uygulandığında bazı mistik güçler elde edebileceğine inanır ve bu tezi için ise en büyük kanıtı Dominic dir. Nazilerden saklanarak kaçarak araştırmalarına devem eder Dominic. Ama bir süre geçtikten sonra Dominic bu mucizenin ona kitabını tamamlayabilmesi için verilmediğini anlar . Hayatının aşkı olan Veronica ( Alexandra Maria Lara)  ya rastlar.     


     Üzerine yıldırım düştüğü günden beri çift kişiliklidir Dominic bir tarafı kitabını tamamlaması gerektiğini söylerken diğer tarafı Veronica ile ölene kadar yaşamasını kitaptan vazgeçmesini söyler.
Francis Ford Coppola burada bizlerin ömrümüz boyunca yaşadığımız bu durumu çok güzel işler . Özellikle de AŞK konusunda aklımız ve kalbimiz hep çatışma halindedir bu savaş ancak bu kadar derinden anlatılırdı zaten . Dominic bir karar vermek zorundadır ya sevdiği kadın yada kitabı.

    Alexandra Maria Lara o Eşek gözleriyle kaç yaşına gelirse gelsin hep güzel .Romanyalı olmasına karşın oynadığı filmlerin yarısı Hitler dönemi Avrupasını da geçer . Tim Roth içinse söylenecek birşey yok adam her zaman çok iyi , çok karakteristik bir suratı var zaten Pulp Fiction ve Reservoir Dogs filmleri ile rüştünü ispatetmişti.

  Ama son olarak şunu söylemeyim ; Çok yüksek bir konsantrasyon ile izlenmesi gerekn bir film çok çok ağır teknik terimler , Hint inanç sistemi ve Karma gibi pek çok konuyu içinde bulunduruyor ve izleyicisine hiç yardım etmiyor '' Bu konular hakkında bilgin varsa izle yoksa uza '' demiş Coppola . Daha önceki yazılarımda da yazmış olabileceğim şu benzetmeyi kullanmak istiyorum yeniden çünkü bu tarz filmlerin spesifik bir kategorisi yok , yani bu filmi nasıl adlandıracağız bilim kurgu yada gizem diye türlere ayırmak bu tarz filmler için çok yavan kaçıyor. Tek kelime ile anlatamasamda şu şekilde tanımlıyorum bu tarz filmleri ; Dünya üzerindeki en iyi aşçılar kendi müşterileri için yemekler pişirirler ama bu yemeklerin müşterinin damak tadına hitap etmesine çabalarlar lakin bazen bu aşçılar bir araya geldiklerinde sadece rakipleri için yemek pişirirler ve '' ben en iyiyim '' diyecekleri Gurme sitili antin kuntin şeyler pişirmeleri gibi top klas yönetmenlerde sadece kendi aralarında anlayabilecekleri filmler çekerler tıpkı Federico Fellini'nin 8½ u , Andrei Tarkovsky'nin Stalker ı vede son olarak Ingmar Bergman 'nın  Persona sı gibi biz ölümlüler bu tarz filmlerde anlatılmak isteneni hiç bir zaman anlayamayacağız ama entelektüel gözükmek için hep anlamış gibi davranmaya devam edeceğiz .  



24 Mart 2014 Pazartesi

The Hobbit: The Desolation of Smaug (2013)

The Hobbit: The Desolation of Smaug (2013)


Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları

YÖNETMEN:  Peter Jackson


YAZAR: J.R.R. Tolkien , Guillermo del Toro ,  Peter Jackson

OYUNCULAR: Martin Freeman , Ian McKellen , Richard Armitage , Evangeline Lilly


ÖDÜLLER: 3 Oscar adaylığı 


SÜRE: 161 DK

İMDb PUANI: 8.1

NOTUM:  83 

KRİTİK: Yazıma  J.R.R. Tolkien'e değinerek başlamak isterim Yüzüklerin efendisi ve Hobbit romanlarının yazarıdır kendileri. İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika da  biz bu muhteşem filmleri izleyelim diye dünya gelmiştir.

            J.R.R. Tolkien yazarlık hayatının tamamını Orta Dünyaya üzerine kurmuştur . Orta Dünyaya ilk girişimizde Hobbit isimli romanıyla başlamıştır ardından  Yüzüklerin Efendisi gelir . J.R.R. Tolkien'in  ölümünün ardından oğlu yayınlanmamış son kitap olan Silmarillion'u bastırır.

       Silmarillion hikayesi üç kitaptan oluşur tıpkı Yüzüklerin efendisi gibi ama hepsi aynı anda basılmıştır. Romanda Bilbo Baggins in Elf Krallığından çaldığı bir kitapta yazılmış hikayeleri Bilbonun kendi ağzından dinleriz .

       Kim bilir belki Peter Jackson Hobbit üçlemesini çektikden sonra Silmarillion üçlemesini çeker ve büyük Elf krallığının altın çağını bizlere izletir.

      Peter Jackson'nın yönettiği filmler 42 kez Oscara aday gösterilmiş ve bu filmler 20 Oscar heykelciği kazanmıştır.

     The Lord Of The Ring Trilogysinden sonra The Hobbit An Unexpected Journey ın beklediği kadar tutulmadığı görünce ikinci filmin afişine Gandalf ı ( Ian McKellen ) yerleştirdi . Yukarıda ilk filmin tutmadığını söylerken izlenmediğini söylemiyorum mayasının tutmadığından bahsediyorum yoksa film bir milyar doların üzerinde hasılat elde etti .

    Hatırlarsanız Peter Jackson kitaba sağdık kalmadığı ve önemli sahneleri çekmediği için eleştirilmiş hatta bu eleştiriler üzerine Yüzüklerin Efendisi serisinin  her birine otuzar dakikalık sahneler ekleyerek yeniden izleyicilere sunmuştu . Bu eklemelerin ardından Kralın Dönüşü tamı tamına 240 dakika yani 4 saati bulmuştu .Yapılan tüm eleştirilere bende katılmaktayım ama Peter da haklı 4 saat film olmaz . Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden aldığı bu eleştiriler yüzünden Peter Jackson The Hobbit serisini fazlaca uzun tuttu hatta bu seferde kitapta olmayan şeyleri filme katmasıyla eleştirildi. Lakin adam Peter Jackson artık bir marka ve bizlere sadece ''Peter Jackson  ne yapıyorsa doğrudur '' demek düşer .

   Filme dönecek olursak Gandalf gene aynı Gri Gandalf.  Filmin ortasında kahramanlarımızı yalnız bırakıp gene tek başına bir maceraya çıkıyor. Anlayacağınız efsaneleşmiş '' Beşinci Günün Şafağında Doğuya Bakın '' repliği ile efsaneleşmiş sahnelerinden birini bu filmde de görüyoruz . Lakin Gandalfın filmin ilk yarım saatlik bölümdeki ve filmin sonlarındaki diyalogları ile filme heyecan katılmak istense de hiç başarılı olmamış. Filmde Atıf Yılmazın Arabesk filmindeki gibi kendi filmlerine öz eleştirel bir gözle bakılmış bile diyebilirim. Belkide ben filmi kötülememek için kılıf uyduruyor da olabilirim, ama kesin olan bir şey varsa çok yapmacık olduğu ve istenilen etkiyi seyirci üzerinde tezahür edilmemiş oluşudur .

    Filmdeki dövüş sahnelerine de değinmeden geçemeyeceğim. Filmi Türkiyede I max 3d teknolojisine sahip üç sinemasından biri olan Marmara Park Cinemaximumda izledim. Dövüş sahnelerinden bir şey anlayamayışımı buna bağladım. Ama filmi tekrardan ful hd blu-ray de izledikten sonra anladım ki suç I max in değil.
    Peter Jackson ı görebilme ihtimalim olsaydı eğer ona şunu derdim '' Lütfen daha az bilgisayar efekti daha çok Yeni zelanda''. 

  Son yıllarda gittikçe artan ve yükselişi engellenemeyen ve bence sinemanın katili olan 3d teknolojisi yüzünden filmde Orklar bilgisayarla yapılmış ve sırf filme derinlik verebilmek adına filmdeki bu sahneler kelimenin tam manasıyla Moltal Kombat tadı vermiş. 

    Martin Freeman a gelince bu adam her zamanki gibi vasat. Bohem hırsız hobbit Bilbo rolünde nasıl bir oyunculuk başarısı sergilenebilecek ise  Martin Freeman da o kadar oynamış işte . Zaten bu kadar özel efektin olduğu bir filme çok büyük oyunculuklar beklemek vicdansızlık olur.

    Sinema denen sekizinci sanatın gün be gün kayboluşunu izlemek şahsen beni kahrediyor. Eyvallah oturdum  iki buçuk saat gözümü kırpmadan izledim ama bu kalitede çıkan film sayısı çok az olmakla beraber  özel efektlerin kullanıldığı kalitesiz film sayısı çok çok fazla. Hatırlarsanız Cem Yılmazın A.R.O.G. isimli filminde bir dinazor sahnesi vardı. Birkaç saniyeydi ama yapımı aylar sürmüştü. Bu filmin başından sonuna kadar o teknoloji ile, el ile bilgisayar ortamında çizildiğini düşünürsek Peter Jackson nın ve bizlerin  zamanına yazık oluyor. Woody Allen her yıl bir film ortalamayla film çekerken Peter Jackson 13 yılda sadece 8 film çekti . Bizleri daha fazla kendisinden mahrum bırakmamalı .                                        
  
    Her filmde bir aşk hikayesi bulunmalı tabiki bu filmde de Cüce Kili ( Aidan Turner ), Elf Tauriel ( Evangeline Lilly ) ve Yüzüklerin Efendisi serisinden tanıdığımız Elf Prensi Legolas ( Orlando Bloom) arasındaki üçlü aşk hikayesi karşımıza çıkıyor. Evangeline Lilly sırf yüzüklerin efendisindeki Arwen karakterini oynayan  Liv Tyler'a benzerliğinden dolayı rolü almış diyebiliriz. Çünkü  Evangeline Lilly bu güne kadar hiçbir filmde göz doldurur bir performans sergileyememişti.

    Şimdi yukarıda yazdığım her şeyi unutun. Onları başkaları da yazardı , sizde izleyip bu kanılara varabilirdiniz. Bana katılmış olabilirsiniz yada yazdığım her şeye bir çöp tanesi kadar bile kıymet vermemiş olabilirsiniz. Zaten yukarıda yazdığım şeylerin hiçbir önemi yok. Şimdi sizlere bu filmin neden iyi olduğunu ve Benim burada yazı yazabildiğimi anlatan şu sahneye gelelim.  

      Peter Jackson'nın neden bir üstat olduğunu anlatacağım sizlere. Şimdi  şu alttaki  fotoğrafa bakın. Bu adam Benedict Cumberbatc. Time dergisinin kapağına çıkmış olan bu adam sadece ve sadece müthiş İngiliz aksanı sayesinde bu derginin kapağına çıkmış ve İngiltere denince akla gelen ilk isim olmayı başarmıştır. İngiltere için bir kraliyet ailesi iki Benedict Cumberbatc dir . O ingilterenin eyfel kulesidir.
 

    Bu adamı neden sizlere anlatıyorum ? filme oynamıyor ki! Benedict Filmizideki zalim ejderha Smaug'a sesi ile can veren oyuncudur . Lafı fazla uzatmayayım. Peter Jackson Yeni Zelanda vatandaşı bir yönetmendir. Yani yıllarca bir İngiltere sömürü olan bir  devletin vatandaşı. Hala İngiliz kraliyet ailesinin malı olan bu topraklar tıpkı diğer Büyük Britanya'ya bağlı devletler  gibi yıllarca İngilizler tarafından sömürülmüştür. Avustralya , Galler , İzlanda , Hindistan ve diğer adını yazmadığım sömürü devletlerinde olduğu gibi Yeni Zelandada da İngiliz deyince akla ölüm gelir. Amerika da dahil bu devletlerde insanlar çocuklarına İngilizlerin kötülüklerini masallaştırıp yıllarca anlatmışlardır. İşte bu nedenle İngiliz aksanı kötülüğün simgesidir. Buyruk altında yaşamanın simgesidir bu aksan .Bu devletlerde yaşayan insanlar bu aksanı duyunca genlerine kadar işlenmiş İngiliz kötülüğü hissederler.

 Peter Jackson filminde iki yerde bu aksanlı konuşmayı bastıra bastıra kulağımızın içine sokar. İlki göl halkını yöneten sünepe kral diğeri Smaug dur . Smaug ölümü ve katliamı simgelerken, Göl halkının zengin kralı ise halkının çektiği sefaletten anlamayan halkı hor gören İngiliz kraliyetini simgeler. İşte bu yüzden film tüm noksanlara rağmen güzel ve Peter Jackson sırf bu yüzden çok büyük bir yönetmen . Her zaman deriz filmleri orijinal dili ile alt yazılı izleyin. İzleyin ki bu filmlerin sadece bir film olmadığını ve toplumsal düşünceyi perdeye döken bir sanat eseri olduğunu anlayın .

                                                                              İyi seyirler dilerim...

15 Mart 2014 Cumartesi

Her (2013)

Her (2013)


Aşk

YÖNETMEN:  Spike Jones


YAZAR: Spike Jones

OYUNCULAR: Joaquin Phoenix , Scarlett Johansson , Amy Adams , Rooney Mara


ÖDÜLLER: 1 Oscar ( En iyi özgün seneryo ) ve 48 farkı ödül 


SÜRE: 126 DK

İMDb PUANI: 8.4

NOTUM:  85

KRİTİK: The Hunt filminden sonra gene bir erkek filmiyle karşınızdayım . Sinema tarihinde çekilmiş çok ender filmlerden biridir bu film, nedenine gelince kadınların çizdiği kusursuz erkek modelinin tam anlatıldığı bir film bu. Tıpkı Woody Allen ın Manhattan ve Annie Hall isimli filmlerinde ki gibi görgülü kültürlü , akıllı en önemlisi ise kırılgan ve kibar bir erkeğin hikayesi. Bu filmdeki erkeğimiz ise Theodore ( Joaquin Phoenix ). 

             Bir erkek filmi olsa da çok küçük bir kesime hitap eden bir film. Theodore Türk erkeğinin '' Böyle erkekmi olur lan '' diyeceği türden bir erkek  . Aslına bakarsanız şöyle çevrenizdeki çiftleri incelediğinizde kadınlar her ne kadar kibar nazik sevgilisine çiçek alan erkeklerden hoşlanıyoruz deseler de tam bir palavradır bu sözler ve nerede kaba saba bir erkek varsa hep onlara tutulurlar. İşte bu film o erkeklerin hikayesi.

         Bu film hakkında yazılan diğer yorumları daha önceden okumuşluğunuz varsa hepsinde şöyle yazar '' gelecekteki aşk türü yada teknolojinin kadın erkek ilişkisine empoze oluşu . '' Genelde hep bu minvaldedir ,film açısından doğrudur ama anlatılmak isteneni sadece ve sadece filmdeki gibi erkekler anlayabilir ve bende biraz olsun bu açıdan anlatmaya çalışıyorum      
 
      Theodore eşinden ayrılmanın eşiğinde gelmiş, bir çeşit yazar olarak çalışmaktadır. Müşterilerin istekleri doğrultusunda onların ağızlarından sevgililerine , eşlerine , anne babalarına ve çocuklarına mektuplar şiirler ve küçük tebrik kartları yazar ve bu işin en iyisidir. Şirket içerisinde en favori yazarlardan biridir ve diğer yazarlar bile acaba bu gün ne yazmış diye onun yazılarını takip ederler.

    Filmde izlediğimiz dünyada bilgisayarlar baya hayatın içine girmiştir . Yapay zeka kusursuz noktalardadır  ve herkesin ulaşımına açıktır. Yapay zekalı hologram tabanlı oyunlar herkesi esiri kendine etmiştir.  İnsanlar birbirleri ile yaptıkları sohbetlerin çoğunda bu oyunlar konuşulur. 

    Gün gelip de bir firmanın çıkardığı öğrenme yeteneği olan ve mantıklı cevaplar verebilen sanal arkadaş programı çıkınca yalnız kahramanımız Theodore bunlardan bir tane edinir. Zamanla bu programdaki kadın sesine Samantha ya aşık olur. Çevresindeki arkadaşları her ne kadar Theodore yı gerçek hayata çekmeye çalışsalar da pekte muvaffak olamazlar ve git gide Theodore bu bilgisayar programının esiri olur ve o ne derse onu yapmaya başlar.

    Theodore ve Catherine (  Rooney Mara ) evlidirler ve
Catherine boşanmak için evrakları Theodore a yollamıştır .
Theodore boşanmak istemese de Samantha onun hayatını değiştirmiştir. Bir gün  Catherine yı arayıp buluşmak ister, her ne kadar maksadı imzaladığı boşanma evraklarını Catherine ye vermek olsa da Catherine yi görünce eski anıları depreşir. Aynısı hisler Catherine içinde geçerlidir. Catherine Theodore un azının içine bakar '' istemiyorum '' dese ''bir şans daha ver'' dese dünden razıdır.  Filmimizin en güzel sahnelerinden biridir bu anlar gerçek hayatta bu duruma düşmüş kimseler ancak anlayabilirler. İkisi de birbirlerini sevseler de karşısındakinden emin değildirler ve '' ya hayır derse '' diye düşünüp gururlarını sevgilerinin önüne geçirirler. 

    Rooney Mara nın yukarıda anlattığım sahnesi ve birkaç flashback sahne dışında göremesek de sırf o bakışlarıyla bizlere ''Theodore  seninle tekrardan başlamaya hazırım''  diyormuş gibi hissettirebilmesi bile onun hakkında yazmama yetti ve arttı .
   
   Bilmiyorum belki bana bu kadar hitap eden bir film olduğundan , belki kendimi filmde bulduğum için bu kadar kaliteli buldum. Gerçi gerisi size kalmış, şimdi siz izleyin ve kararı kendiniz verin. 

       Her ne kadar gelecek de geçtiği söylense de  aslında günümüzdeki kız erkek ilişkisi tam manasıyla anlatılmış. Günümüzde çoğu genç internet üzerinde tanışıp daha birbirlerinin yüzlerini dahi görmeden '' aşkım , camım '' şeklinde birbirlerine hitap ediyorlar. Ve gene birbirlerinin yüzünü görmeden '' Olmuyor , Yürümüyor '' deyip ayrılıyorlar . Tüm bunları yaptığımız halde yapanları da yargılayacak kadarda iki yüzlü olduğumuzu eklemek istiyorum.

                                                     Centilmen erkeklerin filmi HER    İyi seyirler dilerim ....  
        









13 Mart 2014 Perşembe

Jagten (2012)


Jagten (2012)


The Hunt

Onur Savaşları 

YÖNETMEN:  Thomas Vinterberg


YAZAR: Tobias Lindholm , Thomas Vinterberg

OYUNCULAR: Mads Mikkelsen , Thomas Bo Larsen , Annika Wedderkopp


ÖDÜLLER: Cannes dan En iyi erkek , Büyük jüri ve En iyi Görüntü yönetmeni Ödülü. Ayrıca Oscar ve Golden Globe da en iyi yabancı filme aday gösterilmiştir. 


SÜRE: 115 DK

İMDb PUANI: 8.3

NOTUM:  89                                                                                                          Thomas Vinterberg   


KRİTİK: Thomas Vinterberg 98 yılında çektiği The Celebration dan
sonra bizlere gene müthiş bir sunuyor. Film için şunu diyebilirim ki 
tam manasıyla bir erkek filmi . Son günlerin moda deyimiyle kızlar ANLAYAMAZSIZ.
     
            İtiraf etmem gerekir ki Danimarka yada Finlandiya gibi bir
ülkeden böyle bir film çıkması beni şaşırttı , Danimarkalılar kötü film
yapıyorlar demiyorum elbette ama filmin konusu daha çok bizim gibi
bir ülkeden çıkacakmış gibi.                                                                                                                                                                                                                                      
       Filmimizin başrolünde Mads Mikkelsen karşımıza çıkıyor. Mads ağabeyimiz kelimenin tam manasıyla erkeğin ham maddesi. Futbol oynar sigara içer maço dur yakışıklıdır daha ne olsun?

      Lucas ( Mads Mikkelsen ) bir kreşte öğretmenlik yapmaktadır 
ve yaşadıkları kasabada herkes birbirini çocukluktan deri tanımaktadır.
Lucas ın en iyi arkadaşı olan Theo ( Thomas Bo Larsen ) nun kızı Klara ( Annika Wedderkopp ) nın Lucas ile arası çok iyidir ve Lucas ın çalıştığı kreşe gitmektedir. Hepimizin çocukken büyüklerimize Öğretmenlerimize 
hayran olduğumuzdan dolayı aşık olduğumuzu düşündüğümüz gibi
Klara da Lucas a hayranlık duyar ve hissetmemesi gereken hisler besler .
Klara Lucasa olan ilgisini gittikçe açığa çıkarmasıyla Lucas Klara ile olan arkadaşlıklarına mesafe koyar.

      Klara kreş müdüresine söylediği bir yalandan sonra Lucas için her şey değişir,önce işinden olur sonrada mahalleli tarafından dışlanır ,En iyi arkadaşları artık yüzüne bakmaz en sonunda da hapse düşer . Lucas için artık bir Onur Savaşları başlamıştır suçsuzluğunu başta kan kardeşi olan Theo ya ve diğer arkadaşlarına ispatlamak ister.


      Filmi tam dört kez izledim gerçekten çok iyi bir film. Çoğu güzel film için '' Hayatınızı değiştirecek film '' yorumu yapılır ve hep bu düşünceyi sahte bulmuşumdur. Eğer bir film izleyip hayatınız değişiyorsa çok sığ bir insansınız demektir. Ama bu filmi izleyen erkeklerin istisnasız tümünün hayatı değişecek bundan eminim.
      
       Bu filmi film kültürü yüksek olan kişilerle de izledim , Hiçbir halttan anlamayan Robert De Niro yu dahi tanımayan insanlarda izledim ama hepsinde aynı his oluştu sıkıntı ve nefret filmi ilk izlediğimde sıkıntıdan ağlayacak gibi oldum. Filmi izlerken kendinizi altı yaşındaki küçük bir kıza küfrederken bulursanız şaşırmayın derim . İzlediğim en iyi 10 filmin içine gönül rahatlığıyla koyabileceğim bir film. Zaten İMDb Top 250 de 125. sıradadır filmimiz.

   Film hakkında pek çok şeyi anlatmadım ve anlattıklarım filmde geçenlerin onda biri. Filmde çıplak halde yüzen erkekler ve cinsel bazı sahneler olduğundan aile ile oturulup izlenilebilecek bir film değil zaten çok sessiz bir ortamda ful konsantre bir biçimde izlemeniz gereken bir film , diyaloglar öyle bir şekilde yazılmış ki abartmadan söylüyorum bir saniye gözünüzü ekrandan ayırırsanız filmin tüm büyüsü kaçar her saniyesi çok çok önemli filmde ki hissi alabilmeniz için.

    Mads Mikkelsen öyle büyük oynamış ki filmde kariyerinin zirvesini bu filmle beraber bulmuş. Hayatında sahip olduğu her şeyi ama her şeyi işini , eşini , çocuğunu ve en bir erkek için en önemlisi onurunu kaybetmiş bir adamı oynamak hiçte zor bir iş değilmiş gibi gösterebilecek kaç tane daha oyuncu var ki ? 

  Bu film hakkında yazmak istediğim o kadar çok şey var ki ama sizin film izleme zevkinizi de çalmak istemiyorum . Bu filmi izleyin bu filmi kesinlikle izleyin ve bu güne kadar niye izlemediyinize pişman olun.

                                      Onurunu kurtarmaya çalışan bir adamın hikayesi Jagten 

                                                                                                                   İyi seyirler ....